28 Temmuz 2013 Pazar

Dimitri'nin Bakış Açısından Rose ile Tanışması

by @jemherondale
“Dimitri!”

Adımı duyunca karanlığın içinden yaklaşan gardiyana bir bakış atarak döndüm. Ne düşünüyordu? Bu gece buradaki herkes gizliliğin ne kadar önemli olduğunu biliyordu. Gardiyanın genç olması ve ilk büyük görevi için heyecanlı olması önemli değildi. Önceden uyarı vermek gibi bir lüksümüz yoktu, hele de bu tüm yıl boyunca tek fırsatımızken. Hatasını fark edince özür diler göründü, yine de bu yeterli değildi.

“Üzgünüm.” Sesini fısıltı seviyesine alçalttı ve kulağına hafifçe vurdu. “Kulaklığım çalışmıyor. Evin içini kontrol ettik, çoktan gitmişlerdi.” Heyecanı geri döndü, ve genç gardiyan—Laurence—hızlıca konuşmaya başladı. “Bende bunun hakkında düşünüyordum. Muhtemelen onlarla çalışan büyük şebeke var! Mantıklı, değil mi? Yoksa bizden bu kadar uzun süre nasıl kaçmayı başarırlar? Bu işin ne kadar derine indiğini bilemeyiz! Bu akşam bir orduyla bile karşılaşabiliriz!”

Sözleri üzerinde kafa patlatırken ne bir şey söyledim ne de bir şey belli ettim. İki yıldır bir çift kızın aramalardan nasıl kaçmayı başardığı bir gizemdi, özellikle de biri seçkin bir Moroi prensesi ve diğeri de suç dosyası okul rekoru kıracak kadar kabarık bir dampirken. Geçen sene Aziz Vladimir’in öğretim kadrosuna katıldığımda ve prensesin durumunu öğrendiğimde, kızların daha önce hiç hata yapmadıklarını görünce açıkçası şaşırmıştım. Diğerleri ile aynı tarafta olmaları nasıl saklı kaldıklarını açıklayabilirdi ... ama yine de, elimizdeki tüm bilgilere göre, “büyük bir bilgi ağı” veya “ordu”yu bırakın, bir kişinin bile suç ortakları olduğuna dair en ufak bir iz bile yoktu.

Sessizliğim Laurence’ı gerdi, artık gülümsemiyordu. “Şimdilik böyle bir şey bilmiyoruz,” dedim ona. “Ve hemen bu şekilde sonuca atlamak—“

“Dimitri?” Bir kadın sesi kulaklığımdan bana ulaştı. “Onlarla görsel temasımız var. Brown ve Boudreaux’un kesiştiği yerden, kuzeyden yaklaşıyorlar.”

Laurence’a tek kelime etmeden döndüm ve sokak göstergelerine doğru yöneldim. Arkamdan koştuğunu duyuyordum, ama adımları kısaydı, ve bana yetişemiyordu. Kalp atışım hızlandığında kendimi sakinleştirmek için zorladım fakat bu çok zordu. İşte bu kadardı. İşte bu kadardı. Sonunda onu ele geçirebilirdik: kayıp prensesi, soyunun sonuncusu Vasilisa Dragomir’i. Tüm gardiyanlık işlerinin onurlu olduğunu bilsem de—geleceğin gardiyanlarının eğitimini de içeren—bir parçam Aziz Vladimir’de farklı bir şeylerin özlemini çekiyordu. Dragomir prensesini ve okuldan nasıl kaçtığını öğrendikten sonra, başkaları ne kadar bunun umutsuz vaka olduğunu iddia etse de onu bulmayı kendime kişisel bir görev haline getirmiştim.

Ben mi? Ben umutsuzluğa inanmazdım.

Kavşağa yaklaşırken Laurence’ın arayı kapamasına izin vererek tempomu azalttım. Hızlı bir tarama, gardiyanların gölgelerde ve nesnelerin arkasındaki karanlık figürlerini ele veriyordu. Burası yol kesmek için seçtikleri noktaydı. Hızlıca, yoldan çekildim ve Laurence’a da aynı şeyi yapmasını kafamla işaret ederek, bir ağacı kendime siper ettim. Çok fazla beklememiz gerekmedi. Ağacın kenarından bakarken, iki kadınsı figürün yaklaştığını ve birinin diğerini neredeyse sürüklediğini gördüm. İlk başta, güçlü dampirin prensese yardım ettiğini düşünmüştüm ama yaklaştıkça, boyları ve vücut yapıları durumun tam tersi olduğunu gösteriyordu.

Bu garipliğe kafa yormak için zamanım yoktu. Benden iki metre kadar uzaktalarken, hemen ağacın arkasından çıktım ve yollarını kestim. Sendelediler ve dampir kızın tüm o güçsüzlüğü kayboldu. Prensesi sertçe kolundan yakayıp arkasına çekti, böylece kendi vücudunu ona siper etti. Diğer gardiyanlar etrafımıza savunmacı pozisyon alarak yarım daire şeklinde yayıldılar ama benim emrim olmadan ilerlemediler. Dampir kızın koyu renk gözleri onları süzdü ama dikkati doğruca benim üzerimde yoğunlaştı.

Tam olarak ne beklediğimi bilmiyordum, belki kaçmaya çalışırdı ya da özgürlüğü için yalvarırdı. Bunun yerine, prensesin önünde daha da korumacı bir duruşa geçti ve neredeyse gürledi: “Onu rahat bırak. Sakın ona dokunma.”

Kızın üstün gelmesi olanaksızdı ama yine de meydan okuyordu, sanki avantajsız olan benmişim gibi. Böyle anlarda, Rusya’daki eğitmenlerime duygularımı saklamayı öğrettikleri için minnet duyuyordum—çünkü şaşırmıştım. Çok şaşırmıştım. Ve şimdi dampir kızı incelerken, aniden bu kadar uzun süre yakayı kurtardıklarını tüm berraklığıyla anladım. Suç ortakları şebekesi? Bir ordu? Laurence bir aptaldı. Prenses bu koruyucuya sahipken bir şebekeye ya da orduya ihtiyacı yoktu.

Rose Hathaway.

Ondan yayılan öyle bir tutku ve yoğunluk vardı  ki neredeyse elle tutulabilirdi. Bana dikkatle bakarken vücudunun her yanı beni harekete geçmeye teşvik ederek gerildi. Beklemediğim bir şekilde sertliği vardı—kimsenin beklemediği bir şekilde sertti, çünkü kimse onun sabıka kayıtlarını görmemişti. Ama gözlerinde bunun bir şaka olmadığını söyleyen bir bakış vardı ki arkasındaki prensese birinin zarar vermesine izin vermek yerine bin kere ölebileceğini gösteriyordu. Bana köşeye sıkıştırılmış vahşi kedileri hatırlattı, zarif ve güzeldi—ama kışkırtırsanız yüzününüzü tırmalayabilirdi.

Ve evet, zayıf ışıkta bile, güzel olduğunu görebiliyordum—hem de öldürücü bir şekilde güzel—ve bu da beni etkilemişti. Fotoğrafları hakkını vermiyordu. Uzun ve koyu renk saçlar kısmen sert sayılabilecek, bir erkeğin kalbini kolayca kaptırabileceği güzel bir yüzü çerçeveliyordu. Gözleri, bana bakarken nefretle dolu olsa da yine de çekici görünmeyi başarıyordu—ki bu da onu tehlikeli kılıyordu. Silahsız olabilirdi, ama Rose Hathaway’in sahipleniciği de silah sayılırdı.

Onunla dövüşmek istemediğimden ellerimi teskin edici bir şekilde kaldırdım ve öne doğru bir adım attım. “Sana zarar—”

Bana saldırdı.

Geldiğini görmüştüm ve hareketin kendisinden dolayı değil de şansının olmadığını görüp ama yine de bana saldırdığı için şaşırmıştım. Ama şaşırmalı mıydım? Muhtemelen hayır. Gözlemlediğim gibi, Rose'un arkadaşını korumak için herkesle dövüşmeye, her şeyi yapmaya hazır olduğu açıktı. Buna hayran oldum—Buna çok fazla hayran oldum—ama bu beni onu durdurmaktan alıkoymadı. Prenses hala bu akşamki hedefimdi. Rose tutkulu ve koruyucu olabilirdi ama saldırısı beceriksiz ve kolayca engellenebilirdi. Uzun süredir eğitim almıyordu. Sarsakça toparlandı ve düşmeye başladı ve daha önce nasıl sendelediğini hatırladım. İstem dışı uzandım  ve yere çarpmadan önce onu yakalayıp kaldırdım. O uzun, nefis saçları yüzünün kenarından düştü ve boynundaki iki kanlı izi ortaya çıkardı. Başka bir sürpriz daha—ama bu onun neden bitkin ve solgun olduğunu açıklıyordu. Açıkça görülüyordu ki prensese adanmışlığı sadece korumacılığın ötesindeydi. İncelediğimi fark edince, Rose boynunu kapatmak için saçlarını bir tutamını sertçe savurdu.

Durumun ümitsizliğine karşın, kıvrak vücudunun başka bir saldırı için hazırlandığını görebiliyordum. Bu cesur, güzel ve vahşi kızın düşmanım olmasını istememe rağmen tepki vermek için gerildim. Onu... ne olarak istiyordum? Emin değildim. Portland’daki bir sokakta avantajsız bir kavgadan daha fazla bir şey için. Burada çok fazla potansiyel vardı. Eğer yetenekleri işlenirse bu kız durdurulamaz olurdu. Ona yardım etmek istiyordum.

Ama eğer onunla dövüşmem gerekiyorsa dövüşürdüm.

Aniden, Prenses Vasilisa arkadaşının elini tuttu. “Rose. Yapma.”

Bir anlığına, hiçbir şey olmadı, ve hepimiz tetikteydik. Sonra yavaşça Rose’un vücudundaki gerilim ve muhalefet geçti. Şey, tüm muhalefeti değil tabi. Gözlerinde hala beni tetikte tutan tehlikeli bir kıvılcım vardı. Yenilgiyi tamamen kabul ettiğini göstermese de, geri kalan vücut dili ben ona alarma geçmesi için bir neden vermedikçe ateşkesi kabul ettiğini gösteriyordu.

Zaten planlamıyordum. Aynı zamanda seni tekrar azımsamayı da planlamıyorum, vahşi kız, diye düşündüm, bir anlığına gözlerimi onunkilere kilitleyerek. Ve başka birinin de seni asla azımsamayacağından da emin olacağım.

Sakinleşmiş olmasından memnun olarak—en azından şu anlığına—gözlerimi koyu renk bakışından alıp prensese odaklandım. Ne de olsa, kaçak ya da değil, Vasilisa Dragomir soyunun sonuncusuydu, ve belli protokoller takip edilmeliydi. Önünde eğildim.

“Benim adım Dimitri Belikov. Sizi Aziz Vladimir Akademisi’ne geri götürmeye geldim, prenses.”

Çeviri: VAMPIREACADEMY

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder